25 Kasım 2006

2. SAYI "ÖĞRETMEN"

İKİNCİ SAYIMIZIN BÜTÜN YAZILARINI

BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ.

15 Kasım 2006

ATATÜRK 125 YAŞINDA

ATATÜRK'ÜN VEFATININ 68.YILI HATIRASINA

Milli mücadelenin önderi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük devlet adamı ve kumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, ölümünün 68. yılında minnet ve şükranla anıyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, düşünceleri, öngörüleri, devrimleri ve eylemleriyle tarihe damgasını vurmuş bir liderdir. Yurdumuzun kurtuluşu, Cumhuriyetimizin kuruluşu ve toplumumuzun çağdaşlaşmasındaki başarıları başka ülkelere örnek olmuştur. Mücadelelerinde gücünü Türk milletine olan güveninden ve inancından alan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, aynı inanç ve güveni Türk milletine de aşılamıştır. Yanmış ve yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden çağdaş ve demokratik yepyeni bir devlet kuran, istiklâlimizin ve Cumhuriyetimizin mimarı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmet ve minnetle anıyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük ideali temellerini attığı Türkiye Cumhuriyeti'ni çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmaktı. Yok oluşun eşiğinden dönerek büyük bir kararlılık gösteren milletimiz bu yolda çok mesafe kat etti. Türk milleti o günden bugünlere gelene değin, aynı duygularla cumhuriyetine,vatanına, bayrağına, örf ve adetleri ile kültürüne sahip çıkmasını bilmiş, bundan sonra da bilecektir. Bununla gurur duyuyoruz. Turgutlu Anadolu Lisesi olarak Büyük Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 68 yılında onun hatırası önünde saygıyla eğiliyor ve gazetemizin ilk sayısını O'na armağan ediyoruz. Hayrettin USLU Turgutlu Anadolu Lisesi Müdürü

ATATÜRK'ÜN TURGUTLU'YU ZİYARETLERİ

1) 7 Eylül 1922 tarihli Perşembe günü,şimdi "Karpuz Kaldıran Parkı" olarak adlandırılan, Bodos adlı Rumun bahçesine kurulan çadırlı ordugahta geceleyerek komutanlarla birlikte,İzmir'in kurtarılması için gereken planları hazırladılar. 9 Eylül 1922 günü öğleye doğru Nif'e gittiler. 2) 29 Eylül 1922 günü, İzmir'den Ankara'ya geçişlerinde vagonlarından inmeden, beş dakika kadar istasyonda kalarak, kendilerini coşkuyla karşılayan halkı, pencereden selamlamışlar, en yakın bir tarihte gelerek kahvelerini içme vaadinde bulunmuşlardır.. 3) 26 Ocak 1923?de bu vaadlerini yerine getirip, trenden indiler, bir saatten fazla kalarak, kendilerine sunulan kahveyi içtiler, halkla sohbette bulundular. 4) 18 şubat 1923 de eşleri latife hanımla beraber, İzmir den Eskişehir?e geçişlerinde vagonlarından inmeden, pencereden halkı selamladılar yollarına devam ederek Eskişehir?de kendilerini bekleyen Lozan sulh konferansından dönen heyetimizle buluştular. 5) 27 Temmuz 1923 de eşleri latife hanımla birlikte İzmir?e geçerler istasyonda kısa bir süre durarak halkı selamladılar trenden inmeden konuştular. 6) 1 Ocak 1924 de eşleri Latife Halkı beraber,İzmir e geçerlerken istasyonda kendilerini görmeğe gelen halkla yarenlik ettiler ve şehrimizin ihtiyaçları konusunda arz edilenleri dinlediler. 7) 22 Şubat 1924 eşleriyle Ankara?ya dönüşlerinde vagon penceresinden halkı selamladılar. 8) 11 Ekim 1925?de şapka devrimi nedeniyle İzmir?e geçerlerken istasyonda halkı şapka ile selamladılar, karşılamaya gelenlerin hepsinin yeni kıyafeti benimsemelerinden çok memnun kaldılar. 9) Gazi Paşa, İzmir?de inceleme ve denetlemelerde bulunduktan sonra 6 Ekim 1925 günü özel trenle Manisa, Kasaba(Turgutlu), Salihli ve Alaşehir?e geçtiler. 18 Ekim 1925 günü ?Hakimiyeti Milliye? gazetesinde, bu geçişle ilgili şu bilgiler yer almıştır: ?Reisicumhur hazretlerinin treni, İzmir?den hareketle saat 7:55?de Manisa?ya geldi. Kendilerini, ilgili zevat ve halk karşıladığı halde uykuda olmaları nedeniyle görünmemişlerdir? Özel trenle istasyonda beş dakika kaldıktan sonra, Kasaba?ya hareket etmişlerdir. Memleketin, büyük müncisine (kurtarıcısına) karşı olan hissiyatını ifadeden acizim. Mârûzâtıma nihayet verirken edebi pâye vücutlarının milletin üzerinde dâim ve berkarar kılmasını Ulu Tanrıda tazarru ve niyâz eylerim. Yaşa, var ol, büyük Gazi! Gâzi paşa, yapılan konuşma ve gösterilen ilgiden dolayı Kasaba?lılara teşekkür etmiş, aynı tezahürat arasında kentten ayrılmıştır. 10) 10 Haziran 1925 Bursa?dan İzmir?e geçişlerinde suikasdi duyduklarından istasyondaki halkı, yavaşlayan trenden selamlamıştır. 11) 3 Temmuz 1926 İzmir?den Ankara?ya dönüşlerinde gece istasyondan geçmişlerdir. 12) 27 Ocak 1931 Ankara?dan İzmir?e ?Menemen Olayı? dolayısıyla geçerlerken, vagon penceresinden halkı selamlamışlardır. 13) 8 Nisan 1934 günü saat 17:00?de Salihli istihkâm taburunu ve saat 18:30?da Kasaba?daki Topçu Alayını denetlediler. Burada, çok sevdikleri ve vatanın gözbebeği Mehmetçik?lerle halleştiler. Vatanın büyük kurtarıcısı ile yurdun ebedi bekçileri âdeta koklaştılar. O anda, her asker, kim bilir ne tatlı göğüsler geçirdi? Gâzipaşa, Kasaba?daki Topçu Alayını denetleyecek diye, bütün halk, istasyona akmıştı sanki? Güvenlik kuvvetleri tedbir almış, halkı belirli olan bir noktadan içeriye sokmuyordu. Gâzi Paşa ise müdahale ediyor ve birazda anlamlı olarak; ?Komiser bey ! Bırakın halkımdan bana zarar gelmez! Yakınlarımdan gelir!? dedi. Bu sözler, büyük kurtarıcının bir zamanlar, canına kıymak isteyenlere karşı, yüreğinde açılan acı yaranın ifadesi olmalıdır. 14) 22 haziran 1934 de İran şahı Rıza Pehlevi ile birlikte geçerlerken halkı selamlamış, Manisa?da trenden inerek, otomobille İzmir?e geçmişlerdir. Bu seyahat, Ege?ye son gelişle olmuştur. Buna dair Cevdet Öktem?in anısı şöyledir; ?1934 yılının Haziran ayında, Kasaba kaymakamlığına, Dahiliye vekaletinde bir tel geldi. Atatürk?ün konuğu olan şaha ülkemizde İranlılar dilekçe veriyorlarmış. İşte telde bu konuya ilgi çekiliyor ve kentimizde bu konuda tedbir alınması isteniyordu. Gerekli tertibat alındı.Haziran ayı idi. Mevsimin meyvelerinden bir sofra hazırlanmıştı. Özel tren istasyona girdi.İstasyonda itina ile süslenmişti. Makinanın bir yanında Kazım Dirik, diğer yanında da Hacim Muhittin Çarıklı duruyordu. Biz Turgutlulu olarak, Şahla ilginç gelsin diye, yenilik olsun diye, müzik öğretmeni İsmail Bey?i, İran milli marşını öğrenmesi için Afyon?a göndermiştik. İsmail Bey orada İran milli marşını öğrendi ve kısa bir sürede de mızıka takımına öğretti.Özel tren, orta raya gelmişti. Şahın vagonda görünmesi ile birlikte mızıka takımı İran milli marşını çalmaya başladı. Şah, selama durdu. Marşın bitiminde şah trenden heyecanla atladı. Mızıka takımını kutlamaya giderken, heyecandan ayağı takıldı. Düşecek gibi oldu. Mihmandarı Fahrettin Altay, Şah?ı düşmesin diye tuttu. Şah, hazırladığımız meyvelerden bir erik aldı ve yedi. Bu arada yanımıza Atatürk?ün yâveri geldi: ?Kaymakam, Belediye reisi ve jandarma komutanını, Ata, trende bekliyor? dedi. Trene gittik. Atatürk üçümüzle ayrı ayrı ilgilendi, bizler de elini öptük. Abdülkadir KARAYEL Tarih Öğretmeni

NUTUK

Nutuk, Mustafa Kemal'in 15-20 ekim 1927 tarihleri arasında ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının salonunda milletvekillerine hitaben yaptığı, aralıklı olarak altı gün ve toplam otuz altı saat süren konuşmanın metnidir. Gazi bu uzun ve ayrıntılı konuşmasıyla,19 Mayıs 1919'da başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın hangi koşullar içinde yapıldığını, Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu anlatır ve sayısız belgeye dayandırdığı bu tarihi konuşmasının sonunda, elde edilen başarıyı Türk gençliğine emanet eder.

Nutuk özellikleriyle yakın tarihimizi aydınlatan, eşsiz bir belgedir.

Yurdumuzun parçalanıp işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklâl Savaşı'nı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve inkılâpların yapılışını anlatan Nutuk, siyasî ve millî tarihimizin birinci elden, pek değerli bir kaynak eseridir. Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15 -20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihî bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.

Nutuk, tarihten edinilen tecrübelerin bir ibret tablosu halinde millete maledilmesì geleneğine uyularak ve o gün ulaşılan başarının "asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın sonucu ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedeli" olduğuna işaret edilerek bu sonucun özlü bir Hitabe ile Türk gençliğine emanet edildiği bir eserdir

Dili ve üslûp özellikleriyle Nutuk, kendisini hitabet san'atının doruğuna çıkaran mükemmelliği ile, böyle bir ülküye de örneklik ve öncülük edebilecek niteliktedir

Nutuk, Türk edebiyatının unutulmaz eserleri arasına çoktan girmiştir.

Ozan KÖKGÜL

Edebiyat Öğretmeni

SOYADI

Soyadı kanunu üzerine Atatürk'e bir merak geldi idi. Daha doğrusu onu bu meraka meclisine gelmiş olanlar düşürmüştür: Herkes soyadını ondan almak hevesinde idi. O da tutar, karşı­sındakinin hal tercümesini sorar, başından geçen vaka?lardan birer harf veya hece seçer, sonra bunları karıştırıp soyadı ola­rak takardı. Böylece hayli garip isimler meydana gelmiştir. Ben bir sabah tarama dergisini açmış, ilk sayfalarda en sevimli ke­limeyi soyadı almağa karar vermiştim. «Atay» o sabahki seçme­nin eseridir. Hemen gazetedeki yazılarıma yeni imzamı koy­mağa başladım. Atatürk bir akşam serzeniş dahi etti: ? Sen kendine soyadı bulmayı bana bırakmadın, dedi. ? Her gün yazıyorum. Sizin bu işe ne kadar değer verdiğinizi bildiğimden bir gün bile geç kalmak istemedim, yollu ce­vap vermiştim. İsmet Paşa'ya İnönü adını o vermiştir. Fevzi Paşa, aile gele­neği olduğu için, «Çakmak,. İsminde ısrar etti. Atatürk hiç hoş­lanmadı ama rahmetliyi kırmadı: .- Tuhaf şey soyadı üstünde «çakar almaz,. Gibi alaylar ya­pılmasından da çekinmiyor. Çakmak.. Çakmak.. Bir komutan için hiç de hoş değil.. demişti. Kendi soyadı ona, biraz yardımla rahmetli Saffet Arıkan'ın armağanıdır. Saffet'in bulduğu «Türkata» idi. Mecliste hayli tar­tışıldıktan sonra daha ahenkli ve manalı olan «Atatürk,. Şekline girdi. Soyadı günlerinin latifle bir hatırası vardır. Dil davası ile uğraşanlardan ve dış bakanlığı yüksekçe memurlarından Osman Grandi safça bir adamdı. İçi dışı bir, fakat içi de dışı da birbiri kadar düzdü. Grandi Mussolini'nin dış bakanının adı idi. Bir akşam: ? Ne taşıyorsunuz beyefendi bu soyadını? Diye sordu. - Çok eskidir, tarihidir, efendim .. Cevabını verdi. ? Ne imiş tarihi bakalım? Yanında bulunan bir arkadaşı, gaf yapacağını bildiği için, Eteğini çekmişti. Önce ona dönüp ve hiç bir tariz maksadıyla değil de, acaba söyleyecek bir şeyi mi var, gibilerden: ? Siz mi çektiniz eteğimi? Diye zavallıyı bir iyice sıktıktan sonra izah etti: ? Efendim, dedi, cedlerimizden biri gemi ile Mısır'dan geli­yormuş. Teknenin kaptanı imiş. Yolda büyük bir fırtına çıkmış, İmdat gelinceye kadar içindekiler hepsi boğulmuşlar, fakat ced­dim grandi direğine çıktığı için kurtulmuş. Soyadımızın hikâyesi bu. Atatürk: ? Ne? Ne, dedi, bütün gemisindekiler boğulduktan sonra yalnız kendi canını kurtaran kaptanın hatırası mı? Beyefendi yalnız bu sebeple onu bırakınız da bir Türkçe ad takınız, dedi. . Değiştirildi ve böylece dil toplantılarından İtalyan dış baka­nının gölgesi silindi idi. Falih Rıfkı Atay (Çankaya)

MUSTAFA KEMAL VE KINALI KUZULAR

Küçük Kemal, çok küçük yaşlarda kapılmıştı vatan aşkına. Vatanın kötü durumu, milletin her karış toprağındaki düşmanın ayak izleri ve her gün kapısının önünden geçerken bir gün kendisinin de içlerinde olacağını düşlediği üniformalı, kalpaklı, delikanlılardı onu bu aşka iten. Zehir gibi çalışkan kafası küçük yaşta kurtuluş planları ile uğraşırken, küçük kalbi vatan aşkı ile çarpıyordu. Gençliğinde de bu durum hiç değişmedi. Aksine bu ateş iyice büyümüştü. Milletin içinde bulunduğu durum bu denli vahimken o eli kolu bağlı duramazdı. Mutlaka bir şeyler yapmalıydı. Çünkü Türk milleti tarihi boyunca hiç esir kalmamıştı, kalmamalıydı. Bu yüzden çocukluğunun hayli, gurur kaynağı üniformasından vazgeçti. O artık bir asker değildi. Gün geçtikçe kötüye giden bu duruma İstanbul Hükümetinin tepkisi yeterli değildi. Kurtuluş için hiçbir ümit vermiyordu. Bu durumda yapılacak tek şey vardı; milleti harekete geçirmek... Çünkü bu durumdan milleti ancak milletin ancak milletin kendi hür iradesi ve bağımsız bir hayat isteği kurtarabilirdi Genci,yaşlısı, kadını, kızı ,dedesi, delikanlısı demeden cepheye koşan Türklerin başında MUSTAFA KEMAL olduğu sürece artık hiçbir güç onlara ?dur? diyemedi. Yolu yok, ne olursa olsun, ister canı, ister sırtındaki bebeğin canı, pahasına da olsa dönüşü yok. Vatan kirli ellerden arındırılmalıydı. Akacak kanın hiçbir önemi yoktu. Esas olan tek şey vardı geleceğe umutla bakabilmek... Yılmadı Kemal ve kınalı kuzuları, dayanın, dayanın az kaldı Son bir gayret daha sonuna kadar dayandılar. Kan içinde kalmış gömleği parçalanmış çarığına rağmen can dostu bellediği silahıyla son bir hamle daha yaptı. Türkün yiğitleri... Sonunda beklenen oldu. Toprağımızın başına aç kurtlar gibi üşüşen İngilize, Fransıza, Almana, İtalyana, Yunana ve onların nasırlaşmış kalplerine benzeyen buz gibi cephaneliye çarpışan düşmana rağmen süngüsüyle savaşın ortasında kalıp bir imdat bekleyen düşmanına bile el uzatacak kadar mert Türk askerinin erimiş çarığıyla Mustafa Kemal ve Kınalı Kuzuları savaşı kazandı. NADİRE KUPTAN 373 9-D

ATATÜRK'ÜN SOY AĞACI

(Cumhuriyetimizin Kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Şeceresi) Sultan Murat Hüdavengidar zamanında başlamak üzere, bütün Türk Devleti padişahlık döneminde, Rumeli'yi Balkanlar'ı ve Avrupa'yı Türkleştirmek için soyunda ve sopunda hiçbir karışım olmayan Türk ailelerinden oluşan özel güçleri buralara göndermişlerdir. Bu göçlerin büyük çoğunluğu Oğuz Türkleri, Müslüman Oğuzların Yörük Türkmen boylarından gönderilen aileler teşkil ermektedir. Müslüman Oğuzların, Tanrıdağı ve Karagöz Yörüklerinden olup, Konya ve Aydın yöresine yerleşmiş bulunan isimler, teker teker yazılı bulunmaktadır. Buradaki, 950 tarih ve 82 numaralı l yazıcı defteri ile 1051 tarih ve 469 numaralı il yazıcı defterinde Anadolu'dan Rumeli'ye geçen Türk boy ve ailelerinin isimleri açıkça yazılı bulunmaktadır. Bunların Müslüman Oğuz Türk'ü Yörük Türkmen boylarından oluşan ailelerinin kimler olduğunu kayıtlarda belirtmektedir. İşte bu kayıtlarda, Ulu Önder Atatürk'ün atalarının, Anadolu'dan Konya ve Aydın yöresinden geldiği yazılmaktadır. Atatürk'ün dedeleri; Anadolu'dan Rumeli'ye gidip, Yunanistan'da Manastır Vilayeti'nin derbei bala sancağına bağlı bulunan Kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Alüş Efendi derlerdi.Kocacık Nahiyesinin tamamen Türk'tür. Atatürk kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Efendi'nin torunudur. Hafız Ahmet Efendi'nin saçları kırmızı olduğu için adına "Kırmızı Hafız Efendi" derlerdi. Ulu Önder Atatürk'ün dedesi kırmızı Hafız Efendi kocacık Nahiyesinde ilkokul eğitmenliği yapmakta idi. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi de bu kocacık nahiyesinde dünyaya geldi. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendiye Alüş Efendi derlerdi. Kocacık nahiyesi tamamen Türk'tü. Burada yerleşenlerin çoğu Aydın ve Konya yöresinden gelen Türklerdir. Hatta bu aileler Yörük Türkmenleridir. Bu Yörük Türkmenlerinin Tanrıdağı ve Karagöz olduğu yukarıda adı geçen il yazıcı defterinde kayıtlı bulunmaktadır. Keza yine belgelerde Aktan ve naldöken Yörüklerinde buralarda bulunduğu yazılmaktadır. Fetihnamelerde, buralardaki Konya Türklerine hudut gazileri ünvanı verildiği yazılmaktadır. Bu Türklere miri, Yörülen Türkmenlerden denilmekteydi. Ulu Önder Atatürk özbe öz Türk olup, Konya ve aydın yörelerinden gitme çok asil bir ailenin evladıdır. Annesi Zübeyde Hanımefendi'nin babası aydından Selanik'e gitme çok asil bir ailenin evladıdır. Annesi Zübeyde Hanımefendi'nin babası Aydınlıdır. ·Bu bilgiler Başbakanlık Eski Müşaviri Şecaattin Zenginoğlu'nun "Bilgi Çağındaki Türk Gençliğinin Yükselen Sesi-1999" isimli kitabından alınmıştır. ATATÜRK'ÜN KENDİSİNİ TANIMLAMASI: (1)"Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten başka bir şey değildir.""Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir. "(2) Bir İngiliz'in "siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna verdiği yanıt: "Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya Yarımadasına inmek isteyen Türk Atilla'ya barış görüşmesinden önce sormuş: 'Siz hangi asil ailedensiniz?' Atilla'da ona cevap vermiş: 'Ben asil bir milletin evladıyım!' işte benim cevabımda size budur!" (3)Sanki yeni Rıza Nurlara cevap vermiş." Türk, Türk olduğu için asildir... çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz. "(4)"... Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım (dır). "(5)"Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim. "(6)" Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır... "(7)Atatürk kendisini böyle tanımlıyor. Ben bir Türk'üm diyor ve bundan gurur duyuyorum diyor. Kişi, hissettiği milletten olduğuna göre bu sözler üzerine daha denecek bir şey yoktur. M. Kemal, bir Türk'tür ve koca bir Türk'tür, Türk'ün Atası'dır. Türk milletine, unuttuğu milli kimliğini tekrar kazandıran, ümmetten Türk milletine dönmesini sağlayan bir Türk'tür. Yeni Rıza Nurlara bunlar da yetmeyecektir. Hiç gerek olmadığı halde, konuya tam açıklık getirmek için, ana ve baba soyunu da irdeleyeceğiz. Kimdir, kimlerdendir ona bakacağız. MUSTAFA KEMAL'İN ANNESİ YÖRÜK TÜRKMEN? DİR. Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar" ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır. "(8)Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde'nin babası Sofi-zade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857'de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım'dır. "(9)Zübeyde Hanım'ın soyunu birde anlatılanlardan görelim.M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956):"Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük'tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından bazılarının da sonradan tekrar Konya'ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor: "Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak. "(10)Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor:"...Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi. "(11)Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular:".... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir. "(12)Zübeyde Hanım'ın babasını, kocası Ali Rıza Efendi'yi ve Ali Rıza'nın babası Kızıl Hafız Ahmet Bey'i de tanıyan Selanik doğumlu Aydın Milletvekili Hasan Tahsin San (1865-1951) (13) şu bilgileri verir: " Atatürk'ün validesi, Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Fethullah Ağa'nın kızıdır. Selanik'te doğmuştur. Bu aile bundan 130 sene evvel (1800'lü yılların başı oluyor.) Sarıgöl'den Selanik'e gelmişlerdir. Vodina sancağının batısında Sarıgöl nahiyesinde onaltı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve Teselya'nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık-kıyafetlerini değiştirmemişlerdi. " (14) Bir yabancı yazar da Atatürk'ün annesi hakkında edindiği bilgileri şöyle aktarıyor:"Mustafa'nın babası Ali Rıza Efendi, anası da Zübeyde Hanım'dı. Zübeyde Hanım... sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik'in batısında Arnavutluk'a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin Makedonya'yı ve Teselya'yı almalarından sonra Anadolu'nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros Dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörükler'in kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti; saçları onun gibi sarı, gözleri onun gibi maviydi." (15)Zübeyde Hanım'ın kendi ifadesi; oğlunun, kızının, kendisini tanıyanların ve de konu üzerinde çalışanların ortak ifadesi; Zübeyde Hanım'ın Yörük-Türkmen olduğudur. Yani Zübeyde Türk'tür.MUSTAFA KEMAL'İN BABASI YÖRÜK TÜRKMEN ?DİR. Mustafa Kemal'in baba soyu, Aydın/ Söke'den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi, Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Babası İlkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi'dir. Amcası, Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir. (16)Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk'ün, annesinin, kardeşinin anlattıkları; sonra çevrelerinin aktardıklarıdır. Makbule Hanım;"Babam Ali Rıza Efendi, Selanik'lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir." (17)Atatürk:"... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir." (18)M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950): (19)"Atatürk'ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık'lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır." (20)10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata'nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları:"Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız." DİPNOTLAR (1). Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst., 1955, s.95 (2). Egeli, Münir Hayri; Atatürk?ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.15 (3). Ünaydın, Ruşen Eşref; Atatürk Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar), TDK. Yayını. Ank., 1954, s.54 (4). Egeli, Münir Hayri, s.69 (5). Faik Reşit Unat?ın ?Ne Mutlu Türk?üm Diyene? Türk Dili Dergisi, Sayı 146, 1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Atatürk?ün Fikir ve Düşünceleri, Ank., 1984, s.171-173 (6). Atatürk?ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk İnk. Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143 (7). Arıkoğlu, Damar; Hatıralarım, İst.,1961, s.304 (8). Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.40-46 - Göksel, Burhan; Atatürk?ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak. Yay., Ank.1994, s.7 (9). Güler, Ali; s.46 (10). Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,1958, s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45 (11). E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28 (12). E.B.Şapolyo, a.g.e. den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.28 (13). Türk Parlamento Tarihi, 1919-1923 c.111, TBMM Vakfı Yay., Ank.,1995, s.132-133 (14). E.B. Şapolyo, a.g.e den aktaran Güler Ali a.g.e.s.45 (15). Lord Kınross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İst., 1978, s.25 (16). Güler, Ali, s.17 (17). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28 18). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28 (19). Türk Parlamento Tarihi 1931-1935, c.11, Ank.1996, s.402 (20). E.B. Şapolyo, a.g.e. s.21 den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28

13 Kasım 2006

MEDENİYET YOLCULUĞU

Yok oluşun sınırına gelmiş bir devlet... daima kaybedilen savaşlardan yıpranmış, güçsüz düşmüş bir ordu... bu kargaşanın ortasında kalmış, mağdur, yılgın, fakir kısaca maddi ve manevi çöküntüye uğramış bir halk... Ve tüm bu olumsuzlukların arasından bir devrim yaparcasına baş gösteren bir insan: dünümüzün kurtarıcısı bugünümüzün kurucusu, geleceğimizin dayanağı: ulusal mücadelemizin lideri Mustafa Kemal Atatürk, milli bilinci uyandırıp halkı ulusal mücadeleye teşvik eden, bağımsız Türk milletinin kurucusu yüce Türk! Uyanan milli bilincin ardından savaş naralarıyla başlayıp zafer çığlıklarıyla son bulan olağanüstü çabaların ürünü bir ulusal bağımsızlık savaşı... Beraberinde getirdiği karamsarlığın, tükenmiş umutların yerini alan yepyeni umutlar, geleceğe dönük aydınlık yüzler... Artık hedef siyasi,ekonomik , toplumsal alanlarda her yönden çökmüş eski Türk devletinin geri kalmışlığının izlerinden kurtulup yerine çağdaş, yenilikçi, rotası daima ileri dönük bir Türk devleti kurmak olmuştur. Bu doğrultuda, Atatürk'ün önderliğinde Türk milletinin beraberliğinde başlayan bu ulusal bağımsızlık hareketlenmeyi bağımsızlık zaferiyle yeşeren umutları büyük atılımlara dönüştürüp yeni bir çağdaşlaşma süreci başlatmışız. Öyle bir süreç ki bu vazgeçmek, yorulmak gibi sözcüklerin literatürden atıldığı, ulusa kalkınmanın sınırlarının zorlandığı bir çabalar bütünü. Ekonomik, siyasi, toplum, bilim, sanat, eğitim, teknoloji alanlarında birçok yapılanmayla bizim çağdaş uygarlık düzeyine her geçen gün biraz daha yaklaşarak gelişmekte olan ülkeler arasında yerimizi almamızı sağlayan yenilikçi anlayış. Bizi bu günlere getiren bu anlayış da bize kazandırılan olmuş. Bu anlayışı gelecek nesillere aktarmak ve Atatürk'ün de dediği gibi 'medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır' sözünü benimsetmek görevimiz; bu yolda Atatürk'ün temel ilke ve inkılapları rehberimiz; daima ilerisi yönümüz;çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkmak da hedefimiz olmalıdır. ŞEYMA GELEN 11 SOS/A 178

12 Kasım 2006

Savarona

Hele o ilk yıllar Ankara'sında deniz onulmaz bir sıla nöbeti gibi sık sık teperdi. Ne kadar da gençmişiz: İkide bir İstanbul'a gelirdik. Yataklı ve yemekli vagon yoktu. Köprüler ve yol bozuk olduğundan seyahat yirmi dört saat sürerdi. Polatlı'da trenden iner, istasyon lokantasında öğle yemeğini yer, Eskişehir'de yine iner, akşam yemeğini yerdik. Kompartımanlar tahtakurulu idi. Alışık olmayanlar uyuyamazdık. Ve sabaha doğru İzmit'te deniz havası alınca hepsini unuturduk. Atatürk neden sonra yazları İstanbul'a gelmeğe karar vermişti. Başlıca zevklerinden biri çatana ile Boğaz gezintileri yapmaktı. Yalıları sıyırarak geçerdik. Atatürk halk ile kalabalık içinde yaşamak meraklısı idi. Halkın eğlendiğini görmekten zevklenirdi. Bazen, mesela Kalamış koyunda, motörü kayıklar arasında durdurur, deniz seyrancıları ile haşır neşir olurdu. Henüz denize girmiyordu. Biraz yüzmeyi sonradan öğrendi. Bir gün sormuştum: - Paşam Selanik'te doğup büyüdünüz. Hiç denize girmez miydiniz? - Aman çocuğum, o zaman soyunup denize girmek ne demekti, nasıl bakarlardı insana... Demişti. Atatürk'ün İstanbul bahtiyarlıklarından biri Florya'yı keşfetmesi olmuştur. Bir kaç gidip gelmeden sonra plajı canlandırmağa karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz? hamamı gibi bir şeydir. Atatürk denize o kadar ihtiraslı bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde geçirirdi. Yüzme ve kürek idmanları yapardı. Burada da halktan ayrılmazdı. İlk projeye göre Atatürk köşkü kumsalın sonundaki bir tepecik üstüne yapılacak, aşağıda da bir banyo yeri hazırlanacaktı. Kalabalıktan uzaklaşmayı istemedi. Yine ilk projeye göre demir yolu geri alınacaktı: - Canım, dedi. Ankara'da dağ başında yaşıyorum. İstanbul'da saraya hapsoluyorum. Bırakın burada gelenleri gidenleri göreyim: Hiç olmazsa tren gürültüsü duyayım. Son zamanlarında Şile'yi görmüş, pek sevmişti Yaşasaydı orasını da canlandıracaktı. Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul yatı vardı. Marmara için yapılmış olan bu yatla bir defa Karadeniz'e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere İstanbul'dan uzaklaşınca denizyollarının bir yolcu gemisini seferden alıkoymak lazım geliyordu. Atatürk sık sık halkı ve memleketi görmedikçe rahat edemezdi. Karayollarımız yoktu. Ya tren, ya gemi ile dolaşmak gerekiyordu. İşte Atatürk'e yeni bir yat alınmak fikri bu ihtiyaçtan doğmuştur. Amerika'Iı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, galiba Amerika'ya sokulamadığı için, pek ucuz alınmıştır. Bu yatı Hitler de kendisi için istemişti. Fakat ilk görüşmeye giden biz olduğumuz için Atatürk'e bıraktı. Planlarını görmüş ve yatı pek beğenmişti. Ne kadar yazık ki yat geldiği zaman Atatürk ölüm hastası idi. Pek sevdiği bu yatta çok zamanını yatakta geçirdi. Bir hazin sözü vardır: Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim?» Atatürk'ü ölüm yatağına Savarona'daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi. Falih Rıfkı Atay (Çankaya)

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

. Atatürk'ün 27 Ocak 1933 tarihinde, Gaziantep nüfus kütüğüne "hemşehri" olarak kaydedildiğini . Mustafa Kemal, İtalyanların Trablusgarp'a saldırısından sonra birkaç arkadaşıyla birlikte gönüllü olarak bu kente hareket ederken Gazeteci kimliğini kullandığını . Mustafa Kemal'in kara tahtada Latin harflerini gösteren ünlü fotoğrafının İstanbul Gülhane Parkında çekildiğini . Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 haftanın Pazartesi günü olduğunu . Atatürk'ün Ankara'ya geliş günü anısına düzenlenen geleneksel Atatürk Koşusu her yıl 27 Aralık günü yapıldığını . Atatürk TBMM seçimlerinde Gaziantep?ten milletvekili seçildiğini . Mustafa Kemal Temmuz 1919'da askerlikten istifa ve resmi görevlerinden çekilme kararlarını Erzurum da açıkladığını . Mustafa Kemal Gençliğe Hitabesi'ni ilk kez 20 Ekim 1927 tarihinde okuduğunu . Mustafa Kemal'in İstanbul Hükümeti tarafından 11 Mayıs 1920 de idama mahkûm edildiğini . Atatürk'ün naaşının, Anıtkabir'e getirilmeden önce 15 yıl boyunca Ankara Etnografya Müzesinde geçici kabirde kaldığını . Mustafa Kemal'in Time dergisine 1923 te ilk kez kapak olduğunu . Atatürk'ü kaybettiğimiz 10 Kasımın Perşembe gününe denk geldiğini . Atatürk'ü kaybettiğimiz 10 Kasım 1938'de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Celal Bayar olduğunu . Gazi Mustafa Kemal'in ilk heykeli İstanbul'un Sarayburnu semtine dikildiğini . Atatürk'ün en çok sevdiği atının Sakarya ve köpeğinin Foks isimleri taşıdığını . Ziya Öztan'ın yönettiği "Cumhuriyet" filminde Atatürk'ü Rutkay Azizin canlandırdığını . 1927'den beri düzenlenen Gazi Koşusu'nu kazanan ilk at ve sahibinin Neriman - Ali Muhiddin Hacıbekir olduğunu

ÜLKESİ VE ÜLKÜSÜ

Hepimizin büyük umutları vardır elbet! Geceleri çoğu defa uykusuz kaldık belki onu düşünürken belki de Mustafa Kemal gibi; karların üstünden seyrettik umudumuzu ve umutsuzluğumuzu gördük aynı anda.. . Beklide o büyük dileğimizin gerçekleşmeyeceği umuduna kapılarak, her şeyin boşuna olduğunu düşünerek, atmaya kalktık kendimizi büyük uçurumlardan.Ama yapmadık yapamadık , tekrar umut ettik olacak diye...Dileklerimiz, büyük ülkülerimiz, biz farkında olmasak da yaşama kaynağımız aslında...Tıpkı Mustafa Kemal gibi! Onun yaşam kaynağı, yurdunu çağdaş medeniyetler seviyesinde görmekti. Ömrünün yetmeyeceğini bilse de bu ırkın başaracağına olan büyük inancı , ona yaşama sevinci veriyordu... Mustafa Kemal'ede yaşama sevinci veren tek şey ülkesine olan inancıydı,tek ülküsü buydu Ata'nın.Sırf bu yüzden sadece bir kez evlendi,çok çalışması, geceler boyu toplantılar yapması evliliğini de bitirdi.Hiç çocuğu olmadı çünkü cumhuriyet rejimi henüz oturmamıştı ve bir çocuğu olursa saltanat gibi Ata'nın çocuğu geçecekti beklide başa...Dünyada elde edilebilecek bütün somut mutluluklara hayır dedi; hepsini elinin tersiyle itti.Çünkü ülküsüne ulaşması için bu mutluluklar zaman zaman engel olabilirdi...Onun tek istediği, tek mutluluğu hatta yaşamı bile ülküsüydü ...Ülkesini en üst düzeyde çağdaş bir ülke olarak görmekti...Bu ülkü için gün geldi karların üstünde yattı, gün geldi şarapnel parçalarına siper oldu, bazı günler dünya büyükleri önünde masalara yumruğunu vurdu.. .Hepsi tek ülkü içindi,.hepsi tek ülke içindi... Bu ülküsüne olan inancını da ülkesine olan inancını da yitirmedi.Ölmüş olsa da bir yerlerde hala ülküsü için dua ediyor kayan yıldızlardan bunu diliyordun. .Eminim! Hem ülküsü hem ülkesi için... FATMA KORKMAZ 10TMA

HAKİKAT NEREDE?

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır Tuna ezelden Türk diyarıdır. Bilinen tarihler söylememiş bunu Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak, Dinleyin sesini doğan tarihin, Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin. Asya'nın ortasında Oğuz oğulları, Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları Doğudan çıkan biz Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz Türk sadece bir milletin adı değil, Türk bütün adamların birliğidir. Ey birbirine diş bileyen yığınlar, Ey yığın yığın insan gafletleri Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, Hakikat nerede? MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

BİR ALTIN HİKAYESİ

Mustafa Kemal, Yıldırım Ordusu'nda Ordu Kumandanlığını kabul edip İstanbul'dan Halep'e hareket edeceği günden önceki gece bir Alman Subayı odasına girer ve ufacık sandıklar getirir. Mustafa Kemal: -Bunlar nedir? der. Alman Subayı: -İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, mareşal Falkenhayn tarafından bir miktar altın gönderilmiştir, der. Fakat Mustafa Kemal bunları kendisi için çok büyük külfet olduğunu söyler ve bu altınların ordu için kullanılmasının daha gerekli olduğunu belirtir. Ve Mustafa Kemal'in bilet parası olmadığı, atlarına bir müşteri aradığı da bir gerçektir. Görev yerine gittiğinde bir baskın vardır. Fakat bu görevde Mustafa Kemal ve arkadaşı kurmay yüzbaşı Müfit istenmez. İstenmemelerine karşın iki arkadaş bu harekata katılırlar. Havran'da Osmanlı vatandaşları olan Havranlılar yağmaya uğrarlar. Paraları soyulur ve ele geçen altınlarda arada taksim edilir. Mustafa Kemal'den çekinirler fakat arkadaşına altın verme teklifinde bulunurlar. Mustafa Kemal ise arkadaşına tek bir şey söylemiştir: -Müfit, bugünün adamı mı olmak istersin yarının adamı mı? Müfit altınları reddeder. Herhalde Mustafa Kemal de Alman Subayı'nın getirdiği altınları reddederken kendi kendine; -Kemal, bugünün adamı mı olmak istersin yarının adamı mı? diye sormuştur. Ezgi Yavaşoğlu 9-D 590

MUSTAFA KEMAL'IN GÖK YAZILARI

Ben Mustafa Kemal, elimde tebeşir, Kocaman, Mavicek bebelerin, ak kızların, Taş ninelerin, çatal dedelerin gözleri, kocaman, Bir 1O Kasım gecesi Yazıyorum ateşten çağrımı karşınıza: -Ey Türk gençliği... Ben Mustafa Kemal, doyamadım haykırmaya, Şimdi destan ellerimle yazıyorum, Yeşiline suyun, Kuşun, Yelin, Yaprağın: "Ne Mutlu Türküm Diyene." Ben Mustafa Kemal, önümde kırk bin köy, Kırk bin ovaya karşı bir tek dağ gibiyim Bayraklarım değerken evren bayraklarına şimdi, Elimde tebeşir Yazıyorum kara gecenin üstüne Yazıyorum armağanımı: "Övün, Çalış, Güven." Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

ATATÜRK VE TÜRK GENÇLİĞİ

Yüce Atatürk, İstiklal Savaşı'nın kazanılmasından ve Türkiye Cumhuriyeti, Hükümeti'nin kurulmasından sonra ilk söylevinde; "Gençler! Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yüceltecek olan sizlersiniz!" diyerek, bir ulusun varanı yoğunu seferber ederek kazanılan bir ülkenin yönetim şekli olarak seçilen Cumhuriyet'i, Cumhuriyet gibi kutsal bir değeri gençlere emanet ederek, onlara olan güvenini en iyi şekilde göstermektedir. Yüce Atatürk her konuda gençliğe önem verdiğini her fırsatta dile getirmiştir. Onların, Muasır Medeniyetlerden daha ileriye gidebilmeleri için yurdun her yerinde okuma yazma seferberliğini ilan etmiştir. Hatta diğer ülkelerden eğitimciler dahi getirterek eğitime verdiği önemi göstermiştir. Bunu, " Eğitime yapılan yatırım en iyi yatırımdır" sözüyle de ifade etmiştir. Dünyada ilk defa gençlere ve çocuklara, onların adıyla bir bayram armağan etmiştir. Bu, çok büyük bir onurdur çocuklar ve gençler adına. Atatürk; yurt savunmasında da gençlere güvenini yineleyerek, Hava Kuvvetlerini özendirmek için "Gençler! İstiklal Göklerdedir." veciz sözünü söylemiştir. Türk Gençliği de Yüce Atasının kendine verdiği önemin bilinciyle, Atasının yolunda, onun çizgisinde, ona layık bir genç olmanın haklı gururuyla milletini yüceltip daima yaşatmak için varlığını Türk varlığına armağan etmiştir. Tuğçe ÇETİNER 9/B 137

ATATÜRK DİYOR Kİ

Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek mânevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. *** Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.

ATATÜRK'Ü ANLAMAK

Atatürk deyince, aklımıza büyük devlet adamı, iyi bir asker, ileri görüşlü, saygın bir kişilik gelir. Bunlar Atatürk'ün özelliklerinden sadece bir kaçı ve onu anlatmaya yeterli değildir. Çünkü onu anlatmak için onu anlamak gerekir. Atatürk, kurtuluş, kuruluş, gelecektir. Genç bir askerken tüm cephelerde savaştı. İmparatorluğun küllerinden cumhuriyetin Türkiye'sini çıkarmak için; yurdunu, ulusunu kurtarmak için canla başla çabaladı, çalıştı, savaş verdi. Ordu komutanı olarak askerlerini doğru yönlendirdi. Çanakkale'den Anafartalar kahramanı olarak yükseldi. Yurdumuz düşmanlar tarafından paylaşılırken o arkadaşlarıyla kurtuluş yollarını düşündü. Samsun'da "Ya istiklal Ya ölüm!" derken zafer için ne kadar kararlı olduğunu gösteriyordu. Bu kararlılık ki tek vücut olan milletimizin direniş kararlılığı, düşmana karşı kurtuluşu müjdeliyordu. Şair gibi; "Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!" diyordu sanki. Bu inanç, kurtuluşu getirdi. Kurtuluşun ardından Anadolu'dan gelen temsilcilerle bozkırın ortasını Ankara'yı başkent ilan ederek Türkiye Cumhuriyetini kurdular. Cumhuriyetin kuruluş esası egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olmasıydı. Bu, cumhuriyetin temelinin millet idaresi olduğunu açıklayan en güzel, en anlamlı cümledir. Ama bu söz yetmiyordu. Daha çok şey yapmak gerekiyordu. Çünkü Mustafa Kemal, yurdunun ve ulusunun geleceğini de düşünüyordu. Bunun için bir çok yenilik yapması gerektiğinin farkındaydı. Yaptığı yenilikleri önce kendi denedi, sergiledi. Yazı yazdı, şapka giydi, medeni nikah kıydı. Bunlarla pek çok ülkeye örnek oldu. O'nun amacı hem kendi ulusuna, hem de diğer uluslara yol gösterici olmaktı. Bunu şu sözleriyle dile getiriyordu: "Atinin medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacağız." Türk milletinin, bilim ve aklın önderliğinde çağdaş bir yaşam sürmesini istemiş ve hep bunun için çalışmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta, Kurtuluş Savaşı'nı, yaptıklarını ve yapmak istediklerini yazmıştır. Öldükten sonra bu eserinin bir rehber olmasını istiyordu. Nutuk, şimdiden Türk edebiyatının ölümsüz eserleri arasındaki yerini çoktan almıştır. Yaptıklarıyla yolumuzu aydınlatmış ve aydınlatmaya devam etmektedir. Bu gerçekleri iyi bilmeli, Atatürk'ü çok iyi anlamalı, iyice öğrenmeli, en önemlisi ise her defasında Atatürk'ü yeniden keşfetmeliyiz. Çünkü, "Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil." Duygu USTA (9/B - 200)

MAVİ GÖZLÜ KIVILCIM

Yıllardan 1881, mevsimlerden ilkbahar,Selanik'e bir kıvılcım düştü ansızın İlk nefesini aldı ve var gücüyle haykırdı küçücük bedeninden kendini.Şimdilik bu sesi sadece annesi, babası ve birkaç akrabası duyuyordu ama bilmiyorlardı ki bu sesi zaman gelecek bütün dünya duyacaktı. Güzel bir bebekti Mustafa,sarı saçları güneş gibi parlıyordu, sanki, "Milletimi ben aydınlatacağım".diyordu. Aynı kendi gibi bahtı da güzel olsaydı keşke. Varlık içinde büyümedi o. Genç yaşta babasını kaybetti.Dayısının yanında kalıp çiftliğe gelen kargaları kovaladı.Zeki bir çocuktu Mustafa,kimseye haber vermeden askerlik sınavlarına katıldı ve kazandı. Yine haykırıyordu Mustafa bu sefer her şeyin varlıktan gelmediğini haykırıyordu etrafa. Eğitimden sonra orduya katıldı.Yükseldi, yükseldi yükseldikçe parladı parladıkça aydınlattı milletini.Türk Milleti'ne en büyük kazanımdı o. İlkeleri vardı,hedefleri vardı .Kafasına koymuştu bir şekilde başaracaktı.İnsanlara hep sevgi ve saygıyla yaklaştı.En çok da çocukları sevdi.îleri görüşlüydü,kendisinden sonra geleceklere önem veriyordu ve çevresinden de bunu bekliyordu. Bîr çok savaş oldu, anlaşmalar yapıldı.En büyük hedef;"Türk Milleti'ni çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmaktı." İyi bir önderdi vatanım,milletim diyordu ,yemiyor, içmiyor çalışıyordu.Hatta yoğunluktan kendi nişan törenine bile katılamamış, telgraf çekmek zorunda kalmıştı.Bir süre sonra hastalıklar yakasını bırakmadı .Aldı da aldı, götürdü de götürdü onu bizden.Her şeye önem verdi ama unuttu kendisini.Bilmiyordu ki kendisini unutması milletini unutması demekti. Yıllardan 1938, mevsimlerden sonbahar.Türk ulusuna bir sessizlik çöktü.Herkes onu dinliyordu.Haykırıyordu Mustafa;"Bir Mustafa Kemal öldü, bin Mustafa Kemal gelecek" diye haykırıyordu.Türk Ulusu'nun en büyük kaybıydı o. Kübra Nur Dursun 9/A 199

TAL Okul Gazetesi

Bu yıl okul gazetesi çıkartma kararı aldık. Her ay "tema"lı bir sayı çıkaracağız. İlk sayının teması Atatürk Haftası dolayısıyla "Atatürk 125 Yaşında" başlığıyla çıkacak... TAL öğretmenleri ve öğrencilerinin yazdıklarına, araştırmalarına yer verilecek. TALŞAYAK